RSS
email

Blog'umuzun İlk Röportajı: Orhun Ene

Vizelerim güzel bir şekilde sonuçlandıktan sonra memleketim Bandırma'yı bir ziyaret edeyim; ailemi, eski dostları bir göreyim dedim. Çok güzel bir şekilde gaza geldikten sonra, can dostum Berk Artıkoğlu'nun çok büyük yardımları ile bir anda elimde Bandırma Banvit'in koçu ve milli takımın yardımcı antrenörü olan Orhun Ene ile bir röportaj yapma imkanı geçti. Nasıl olur, nasıl ederiz falan derken büyük bir heyecanla kendimi Berk ve Baran ile Kara Ali Acar Spor Salonu'nun koç için ayrılmış olan odasında buldum. İlk başlarda çok heyecanlıydım ama sayın Orhun Ene'nin sıcak kanlı tavırları beni rahatlattı. Çok güzel bir basketbol sohbeti devam ederken kendisine bir kaç soru sormak istediğimi söyledim. O da bu teklifimi geri çevirmedi. Bir röportajdan daha çok sohbet havasında geçen konuşmamızın büyük bir bölümünü (biraz uzun oldu ama, basketbolseverlerin büyük bir keyifle okuyacağına inanıyorum) Orhun Ene'nin izni ile sizlerle paylaşıyorum...

NBA'i ne kadar yakından takip edebiliyorsunuz? İzlemeyi sevdiğiniz oyuncular kimler?

Yayınlanan her maçı, hergün neler olmuş ligde takip edemiyorum tabii. Faal antrenörlük yaptığımız için kendi ligimizde, kendi rakiplerimiz ile ilgili sürekli bir çalışmam oluyor. Ama Euroleague'yi ve diğer Avrupa Kupası maçlarını daha yakından takip etme şansımız oluyor. NBA TV'yi açtığımda verilen maçların tamamını izleyemesem de; özellikle çekişmeli maçların sonlarını, çeyrek sonlarını takip etmeye çalışıyorum. NBA'de herkesin takip ettiği oyuncuları ben de takip ediyorum elbette. Kobe Bryant'ı, Lebron James'i, özellikle Amare Stoudimire bu sene yükselişe geçti yeniden, Dderrick rose'u, Dwayne Wade'i.. Bu oyuncuları seyretmekten keyif alıyorum.

NBA'in veteran oyuncuları ile Ülkerspor'un yaptığı bir maç vardı. O maçta siz de Ülker forması giydiniz. Maç sonunda Magic Johnson'a sorulan "Karşı takımda hangi oyuncuyu beğendiniz?" sorusuna Orhun Ene cevabını vermiş. Sizin aktif sporculuk döneminizde NBA, ABD dışından oyunculara çok açık değildi. Orhun Ene şu dönemde genç bir oyun kurucu olsaydı eğer NBA'de oynamak ve orda kalıcı olabilmek hedeflerinizden biri olur muydu?
Şöyle anlatayım insanların geçmişi daha iyi algılayabilmeleri için. Eczacıbaşı'nda oynarken bize sezonda bir tane ve ya iki tane kaset gelirdi. Gelen kasetler de ya Detroit Pistons, ya Lakers, ya da Boston Celtics kasedi olurdu ve bu kaseti 60-70 kere izlerdik. Sonunda o kasetler bozulurdu. Mesela o kasetlerden bacak arası yapmayı öğrendik. Mesela Isiah Thomas. Onun dripling yapma yeteneğini aynı kaseti seyrede seyrede ordan görmüştüm. Artık steps çalınan Isiah Thomas'ın resitation dribbling adı verilen bir hareketi var. Ben bunu ilk defa yaptığımda sessizlik olmuştu Spor Sergi Sarayı'ında. Sonra Fenerbahçe antrenörü Fehmi Abi (Fehmi Sadıkoğlu) hareketten sonra yandan bağarmaya başladı "Steps! Steps!" diye. Hakem de Nejat Turan'dı. Nejat Turan bir Fehmi Abi'ye baktı, bir harekete baktı. Herkes durdu ben resitation dribbling yaptığımda. Ben kendi adamımı geçtim, Efe Aydan kaldı karşımda. O da dondu kaldı. O da donunca onu da geçtim. Sonra Nejat Turan baktı bağarıyorlar falan hemen düdüğüne sarıldı steps çaldı. Ben de "Abi neden steps çaldın ki? Ne yaptım?" dedim. O da bana "Abuk subuk hareketler yapma lan! Oynayacaksan adam gibi oyna." dedi. O zamanlar şova dönük hareketler hem hakemler tarafından, hem koçlarımız tarafından hoş karşılanmıyordu. Ama ben öyle bir oyuncu değildim. Oynadığım takım da öyle bir takım değildi. Biz o dönemlerde modern guardların ilk öncüleriydik. Topu kolay kaybetmeyen... Mesela Aliço (Ali Limoncuoğlu) vardı, efsaneydi o zaman. Haberler çıkardı "Aliço 6. maçında da top kaybetmedi." tarzında. O zamanlar oyunu garanti oynayan, çok skora bakmayan, temposu daha düşük bir basketbol oynardık. Magic Johnson ile oynadığımız o maç sonunda, aslında o "7 numara" dedi. Onlar da o zamanlar Avrupa'yı takip etmiyorlardı. Avrupa, hatta Avrupa dışında, mesela Türkiye'ye açılma politikası gütmüyorlardı. Oyuncuların dünyanın dört bir yanında oynama şansı yoktu. Sizi pazarlayan oyuncu menajerleri yoktu. Hangi düzen daha iyi tartışılır tabii. Ben yine eski düzeni tercih ederim de... O kadar her yere gidiyorsun oynuyorsun da... Daha doğrusu bizim o dönemde yeteneklerimiz vardı, fakat bu yeteneklerimizi nasıl kullanacağımızı bilmiyorduk. Bir de o dönemler Avrupa basketbolu fiziksel olarak NBA'in çok altındaydı. Ama günümüzde bu fark çok azaldı. Mesela bir Enes Kanter gidip orasını domine edebiliyor. O zamanlar ben milli takım bünyesinde eğitim için gitmiştim NCAA'de oynamaya. 8-10 maç yapıyorsun, onlar da seni izliyorlar. 2-3 kolejden teklif aldım, ama gitmedim burda kaldım. O zaman oraya gidip, orada oynamak isterdim ama; bizim için çok korkutucu, ürkütücüydü. Biz hiç oralara hazırlanan oyuncular olmadık, o tarz bir destek almadık. O dönemde NBA'ye giden iki oyuncu Avrupa'nın efsane oyuncuları Petroviç ile Sabonis'ti. Sabonis biraz daha size'ı ile oralarda kalıcı olmayı başardı ama Petroviç büyük bir çok yaşadı, oynayamadı senelerce. Şimdiki zamanda bizim oyuncularımız çok daha özgür, çok daha cesurlar. Oralara gitme kararını çok daha rahat alabiliyorlar.

Şu anda Avrupa Basletbolu NBA ile kafa kafaya gidiyor. Hatta geçti bile denilebilir. Ordan çoğu oyuncu Avrupa'ya geliyor, burdan çok fazla oyuncu gidiyor...
Ben orda bir tek şuna Katılmıyorum. Avrupa'daki oyuncuları NBA'deki oyuncular ile birebir karşılaştırdığınız zaman, Avrupa oyuncuları yetenek olarak çok ilerdeler. Ama bana göre NBA kuralları oyun içerisinde daha çok oyuncuların bireysel yeteneklerini öne çıkarmaya yönelik. Bu yüzden NBA'de oynanan basketbol ile Avrupa'da oynanan basketbol çok farklı. NBA'de birkaç tane oyuncu var Avrupa'da çok iyi oynayabilecek. Örnek olarak Carmelo Anthony, Kobe Bryant. Yani atletik özellikleri ile değil de şutunu kullanarak oynayan oyuncular. Ama Lebron James, Derrick Rose, Dwayne Wade gibi oyuncular Avrupa'da çok büyük sıkıntı yaşarlar. Çünkü Avrupa'da bütün amaç boyalı alanı savunmak. Burda 2-3 çeşit yardımla savunabiliyorsun potanı. Ama NBA'de böyle birşey yok. Atletik özelliklerin ile savunmacını geçtiğin zaman direk potaya doğru gidebiliyor oyuncular. Orda bir maden var. Eğer ayağını yere bastıktan sonra o alandan çembere gidebilecek atletizmin varsa, zaten bir de yarım daire çizdiler o alanda ofansif faul de yaptıramıyor savunmalar, boyalı alan size kalıyor. Ama Avrupa basketbolu, oyuncunun zekasını geliştirme yönünde daha üstün. Çünkü NBA'de o kurallar ile basketbol daha basit oynanıyor. Burda oyuncular defansif olarak daha fazla bilgi edinmek zorundalar. Savunmaya yardım, yardıma yardım, o yardımdan sonra başka bir yardım... NBA'de ise birebir savunma var. Geçildiğin zaman en fazla bir yardım geliyor. O yardım da çok yakınına giremediği için atletik oyuncunun, daha uzaktan blok yapabilen Dwight Howard gibi oyunculardan gelmesi lazım. Mesela Avrupa'da Siena'da Shaun Stonerook var. NBA'de tutnamayacak bir oyuncu. Ama Avrupa'da savunma bilgisi ile vazgeçilmeyecek bir oyuncu. Koç olarak NBA'den aldığım bir oyuncudan verim alabilmem için; o oyunucun şutunu daha ön planda tutması gerekli. Atletik özellikleri olan bir oyuncu aldığın zaman zorlanıyorsun. Mesela Olympiakos zorlandı Childress ile. O da kendini çok iyi geliştirdi ve Avrupa basketboluna uyum sağladı. Mesela Ricky Davis geldi Telekom'a. O oyuncu da oynadığı takımlarda hep açık alan basketbolu oynadı. O tarz oyunlarda etkili bir oyuncu. O da sıkıntı yaşıyor bu dönemde. Zaman zaman iyi oynadığı maçlar var. Mesela Erdemir maçında bir periyot çok iyi oynadı, tam bir NBA yıldızı gibi. Ama tempoyu düşüren, açık alanları kapatan, sert savunma yapan takımlara karşı zorlanıyor.Ben bunu 2006 Dünya Şampiyonası'nda da gördüm. Yunanistan takımı, Dwayne Wade ile Lebron James'i resmen Avrupa kuralları ile çaresiz bıraktılar. Böyle durumlarda oyuncuların adapte olması lazım. Kobe öyle değil ama. İki kişinin, üç kişinin üstünde fade-away şut ile sonuca giden bir oyuncu. Daha garanti oynayayım, çembere gideyim dediğin zaman sıkıntı çekebilirsin. Ama Kobe, bunu idrak etmiş bir oyuncu.

NBA'de daha önce koç olarak hiç Türk çalıştırıcı olmadı. Hedeflerinizde o ligde koçluk yapmak var mı? Bu konuda şansınızın yüksek olduğunu düşünüyorum çünkü genç ve gelecek vaad eden bir antrenörsünüz...
Tabi ki yurtdışında çalışmak isterim. Amerika olsun Avrupa olsun her yerde mutlu olabileceğime inanıyorum. Avrupa'daki koçlar, NBA'deki koçlara göre daha pratikler. Daha takım oyununa yatkın ve defansif ağarlıklılar. NBA'deki koçların ise teorireleri çok üst düzeyde. Triangle offense mesela. Mükemmel bi oyun. Bu oyun üstünde 10-12 yıl laboratuvar çalışması gibi yoğunlaştılar. Mesela New York koçu Mike D'antoni Amerika'da çok başarılı oldu. Ondan sonra orada da Avrupalı koçların orada başarılı olabileceklerini gördüler. Ben 2. ligte de çalıştım, Banvit'ten önce 1.5 yıl Antalya Büyükşehir Belediye ile çalıştım, milli takım ile çalıştım, şimdi de Banvit'teyim. Çalıştığım her yerde hedeflerim oldu ve bu hedefler beni her zaman mutlu etti. O yüzden nerede çalşırsam orada mutlu olacağıma inanıyorum. İlerki yıllarda neden olmasın...

Bandırma'ya bu sezon geldiniz. Nasıl buldunuz şehrimizi?
Şehir olarak Bursa gibi, Antalya gibi, İstanbul gibi bir yer değil tabi. Ama bunun yanında şirin bir yer. Buradaki en büyük ayrıntı; çok gelişmiş, çok medeni, sinema salonları ile, tiyatro salonları ile çok büyük bir şehir olmasa da insanları ile beraber sosyal bir ortam kurulabilecek güzel bir ilçe olması. Antalya gibi büyük bir şehirden gelmiş olmama rağmen, Dünya'nın birçok farklı yerini görmeme rağmen beni insanları ile etkileyen bir yer. Çok güzel dostluklar kurulabilecek ve hayatınızı bu dostluklarla çok güzel bir şekilde geçirebileceğiniz bir yer.

Banvit 1. lige çıkalı çok uzun bir süre olmadı. 1. lige çıktılar, kalıcı oldular ve sonra bir Yeni Zelanda ekolü ile çok başarılı oldular. Fakat Tab Baldwin takımdan ayrıldıktan sonra bir düşüş başladı. Sürekli koç değişiklikleri oldu ve süreklilik yakalayamadılar. Siz bu sezon geldiniz ve takımı toparladınız. Şu anda Efes Pilsen ve Fenerbahçe ülker'in ardından ligte üçüncü sıradasınız. Bu başarıyı nasıl sağladınız?
Banvit Klübü, çok doğru bir yapılanmanın üstüne kurulmuş. Bu da tabii Başkan Özkan Bey'in (Özkan Kılıç), Turgay Çataloluk'un ve bu klüpte bu kişilere bu gücü veren patronların da çok büyük payı var. Çok iyi bir altyapısı olan ve kaynak olarak gençlerden beslenen bir temel üzerine kurulumuş. A takım zaman zaman yükseliş,zaman zaman düşüş göstermiş ama altta her zaman çok sağlam bir temeli olmuş. Küçük bir yer olması ile birlikte halkı ile çok iyi bütünleşen bir ekip olmuş. Ligte maddi sorumluluklarını hiç aksatmadan yerine getiren 5-6 bütçeden biri olmuş. Her zaman önceliği basketbol olduğu için bu yapı oluşmuş. Yani buraya gelen koçun mucizeler yaratmasına gerek yok. Sadece doğru kimyaya sahip kadroyu kurup, basketbol olarak da sahada doğru işleri yaptığı zaman zaten bir başarı ortaya çıkar. O anlamda ben emindim zaten böyle bir başarının geleceğinden. Ama Türkiye'de bu beklenen bir durum olmuyor. Bence herkese örnek olması gereken bir modeli var Banvit'in.

Ligte takımların geneline bakıldığında yabancı gard tercihi var. Fakat siz Barış Ermiş'e güvendiniz. Ve onun yedeği olarak da üç tane genç oyuncu olan Yiğitcan,Şafak ve İbrahim var. Bu seçimi nasıl yaptınız?
Barış Ermiş'i Efes Pilsen forması altında Euroleague maçlarında izlerken bana o sinyalleri vermişti. Milli takımda da onla çalışırken bunu görmüştüm. O dönemde basketbolu daha olgunlaşmamıştı. Karşıyaka'da oynadığı sezon da bugünkü kadar kontrollü değildi. Telekom'da ise çok az süre aldı. Ama o yetenkleri hep vardı. O takımlarda iyi oyuncularla antreman yapması Barış'a hep tecrübe kattığını düşünüyorum. Milli takımdaki antremanlarında da ben o tecrübenin geldiğini görmüştüm. Daha önce de çalışmak istediğim bir oyuncuydu. O konuda hiç bir tereddütüm olmadı. Buradaki gençler için de aynı şeyleri düşünüyorum. Üst düzey yetenek sahibi hepsi. ilerki sezonlarda tecrübe kazanarak daha da iyi oynayacaklarını düşünüyorum. Bir de ben de oyun kuruculuktan geldim. Benim zamanımda bir yabancı oyuncu varken takımlarda, şimdi bu sayı 5-6 civarına çıktı. Milli takımlarda da altyapıda çalışmış birisi olarak bu oyuncuları bir şekilde motive edip oynatırken hep hedefler koyuyoruz önlerine. Sadece şampiyonluk ve başarı elde etmek için çok sayıda yabancı oyuncu getirip de altyapıyı kullanmadan devam etmek kulüp adına da kötü bir karar. O yüzden bu oyuncuları kullanabileceğimiz 1 ve 2 numara guard pozisyonları vardı. Ben o oyunculara güvendim. Onlar da benim yüzümü kara çıkartmadılar. Benim beklentilerimi de karşılamış durumda değiller hala. Daha özgüvenle oynamalarını ve daha çok zorlamalarını bekliyorum.

Yiğitcan'ın İstanbul'daki Galatasaray maçında, maçı uzatmaya götüren orta sahadan attığı bir üçlük var. Bu hafta sonunda da Beşiktaş maçında da böyle bir şut soktu fakat süre dolduğu için geçerli olmadı. Yiğitcan ile 7 sene aynı okulda okuduk, birlikte basketbol oynama şansım da oldu. O zamanlar da böyle şutları atardı. Yiğitcan'ın bu yeteneği için ne düşünüyorsunuz?
Her antreman sonunda böyle bir çalışma yapıyoruz ortaya bir iddia koyup. Yiğitcan o zaman da atıyor. O yüzden kimse almıyor onu bu oyuna. Yani o şut benim için bir süpriz olmadı. Üzerine bir de Beşiktaş maçında attı. Yiğitcan'ın bu özelliği hakikaten enteresan. Galatasaray maçından önce o da farkında değildi bunun. Tabi bu farkında olmama durumu tecrübesizlikten kaynaklanıyor. Bu on maçta bir olabilecek bu durum ama Yiğitcan'ın başka yetenekleri de var. Bunları kullanabilmesi için bu tarz bir özgüvene ihtiyacı var. Bakıldığı zaman takımızda fiziksel özellikleri ve defansif özellikleri ile en üst seviye oyuncularımızdan biri. Bu üçlükler onun için çok önemli bir kıvılcım oldu. Yılda bir kez olabilecek bir olay ama biz koç olarak böyle olayları bekliyoruz. Çünkü genç oyuncuların en büyük dezavantajı çok kırıkgan olmaları ve çabuk pes etmeleri. Ama bu şekilde özgüvenlerini yükseltecek olaylar olduğu zaman onlar için çok büyük bir motivasyon oluyor. Bundan sonra Yiğitcan'ın hayatı bir anda değişti. Övgüveni yerine geldi. Bundan sonra bu özelliği ile birlikte diğer yeteneklerini de geliştirmesi lazım.

Normal sezonun bitimine 4 hafta kaldı ve playoff mücadelesi başlayacak. Yarı finalde olası bir Banvit - Fenerbahçe Ülker eşleşmesi gözüküyor. Bu eşleşmede Banvit'in şansını nasıl görüyorsunuz? Çünkü koç Tanyeviç'in talihsiz bir rahatsızlığı ortaya çıktı. Ukic sakat ama playofflara yetişecek. Ömer Aşık krizi var...
Öncelikle ligin bitimine 4 maç kaldı. Bu 4 maçtan en az ikisini kazanmamız gerekiyor. İkinci etapta çeyrek final eşleşmesini geçmemiz gerekiyor. Şöyle bir durum var ki ligde herkes bizimle eşleşmeyi kovalıyor. Yani ligde 6., 7., 8. ve 9. durumda bulunan takımlar; 6. sırayı alıp bizimle eşleşmek istiyorlar. Çünkü Efes'le mi başa çıkacaksınız, Fenerbahçe Ülker'le mi, İstanbul'da Beşiktaş'la mı oynamak istersiniz, yoksa Ankara'da Telekom'la mı? O yüzden Banvit daha dişe göre gözüküyor. Bize karşı yüksek bir motivasyon ve istek ile oynayacaklar. Biz bu ligi 3. bitirebilmek için çok emek sarfettik. Fenerbahçe Ülker'i, Beşiktaş'ı, Türk Telekom'u birer kere, Galatasarayı iki kere yendik. Bu çabayı da sonuna kadar giderek boşa çıkartmayacağız. Çaba sarfederek buralara gelinebileceğini gösterdik insanlara. İlk turu geçtikten sonra da Fenerbahçe Ülker eşleşmesi gözüküyor. Fenerbahçe'nin sakatları, koç Tanyeviç'in durumu... Tanyeviç yaşama sevinci yüksek olan bir insan. Müdahaleleri de çok başarılı geçti. En yakın zamanda eski sağlığına da kavuşacaktır. Ama; koçun eksikliği,Ukic'in elindeki sakatlık, Ömer Aşık'ın eksikliği Fenerbahçe Ülker'i etkileyeceğini sanmıyorum. Çünkü çok derin bir kadroları var. O kadro Euroleague için ve her şey hesaplanarak kurulan bir kadro. Onlar da tabii ki bu doğrultuda o birlikteliği, o sertliği göstereceklerdir bize karşı. Biz geldiğimiz yeri hedeflerimiz doğrultusunda yeterli bulmuyoruz. En yukarsı neresi ise oraya gitmek istiyoruz. Keyifli seriler oynayacağımıza inanıyorum. Genç oyuncularımızla, geniş bir kadro ile mücadele etmeye çalışacağız. Bu mücadeleden de başarılı bir şekilde çıkacağımızı düşünüyorum. Tabi ki de final oynamak isteriz.

Tanyevic'in rahatsızlığından sonra basında sizin Fenerbahçe Ülker'in ve özellikle bu sene ülkemizde yapılacak olan Dünya Şampiyonası'nda milli takımın başına geçeceğiniz şeklinde haberler yapıldı. Bu tarz teklifler geldi mi size?
Bu tarz bir teklif gelmedi. Zaten kendi kulübümle 1 yılı opsiyonlu 3 yıllık bir kontratım var. Böyle teklifler gelse de, ben amacımın dışına çıkmayacağım. Ben yıllarca milli takım kaptanlığı yaptım. Milli takımda koç olmak tabi ki herkesin gurur duyacağı bir iş ama ben bunun hayali ile yaşayan bir çalıştırıcı değilim. Ben milli takımda bu kadar sene Tanyevic ile birlikte çalıştım. Ama Tanyevic emekli olduktan sonra onun yerine geçmek gibi bir hayalim olmadı. O sorumluluk bana verilirse büyük bir mutlulukla bu görevi yerine getiririm. Ama gerek Fenerbahçe Ülker için olsun milli takım için olsun ileriye dönük herhangi bir planım yok. Öncelikli planım, bu sezonu gidebildiğimiz en üst noktada tamamlamak ve gelecek sezonlar için altyapıdan gelen genç oyuncular ile daha güçlü bir Banvit kurmak.

Tanyeviç örneğinde olduğu gibi aynı antrenörün hem milli takım hem de klüp takımı çalıştırmasının doğru ve verimli olup olmadığı hep tartışılmıştır. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? Avantaj getiren bir durum mu yoksa sakıncaları olabilir mi?
iki tarafın da sıkıntıları var tabi. Avrupa'da da örnekleri var. Mesela en son Siena koçu Simone Pianigiani milli takımın da başına geçti. Genç ve faal bir antrenörseniz formda olmanız lazım. Kış döneminde hiç maç yapmadan geçirirseniz sıkıntı yaşarsanız. Mesela Euroleague'de koçluk yaptığınız her saniye bir tecrübedir. Tecrübenin dışında bir antrenör olarak kendinizi maça hazır hissetmeniz lazım. Hazırlık maçında koçluk yapmakla, ortada bir iddianın olduğu bir yerde koçluk yapmak farklıdır. Bu yüzden bence antrenörlerin çalışması gerekiyor. Medeni bir ülkede olunca bunun tartışılacağını sanmıyorum. İtalya'da sorun olmaz bu durum...
Fenerbahçe Ülker'in Euroleague'den erken elenmesini buna bağlayanlar bile oldu...
Ama işte sıkıntıları var... Burdaki eleştiriler de bu yoğun çalışma dönemine göre yapılmalı. Çünkü antrenörle de bu yoğunluktan dolayı sıkıntı çekebiliyorlar. Bunlar da dikkate alınacak eleştiriler. Ama çözülemeyecek durumlar olduğunu sanmıyorum. Değerli asistan koçlarla, tecrübeli kadrolarla ve isimlerle çlıştığınız zaman bu sorunlar en aza iniyor. Ama buna milli takımı çalıştıran koçun ligdeki takımı, ligde her zaman daha avantajlıdır tarzı bir bakış açısı ile yaklaşmak yanlış...

Milli takımımızın Dünya Şampiyonası'ndaki şansını nasıl değerlendiriyorsunuz yardımcı koç olarak?
Şimdiden bir öngörüde bulunmak çok zor tabi. Çok kaliteli oyuncuların bulunduğu ekipler gelecek. Ama önemli olan sizin takımınızın şampiyonaya 1 gün kala durumu. O dönem psikolojik ve fiziksel olarak durum çok önemli. Mesela Sırbistan takımı mükemmel bir kadro ile başlıyor turnuvaya. Ama bir gün kala soyunma odasında insanlar birbirlerinin boğazlarını sıkacak duruma gelebiliyorlar. Oyuncuların çoğu kendi liglerinden, NBA'den yorgun geliyorlar. O ara dönemi iyi geçiremiyorlar. Mesela şanssızlık oluyor üç önemli oyuncunuz sakatlanıyor. Yani o turnuvayı oynamaya hazır durumda bulunan en fazla sayıda oyuncu sahibi olan takımın şansı daha yüksek oluyor. Turnuva sırasındaki maçlarda sakatlıklat olabiliyor. Bizim tabi ki avantajlarımız var. Oyuncu kalitemiz çok yüksek ve bizi motive edebilecek ateşli bir seyircimiz var. Geriye bizim kararlılığımız, oyuncuların o birlikteliği göstermesi, hepimizin daha olgun olması lazım. Ülkemizde yapılacak bu önemli organizasyonun değerini anlayıp, sahada olan olmayan, kenarda oturan oturmayan herkesin birbirine destek olması şart. Bu bütünlüğü sağlayabilecek bir seyirci kitlesine sahibiz, ama böyle işlerde kırılma anları vardır. Bu anlarda takımımızın oyuncusundan yöneticisine kadar herkesin kararlı olması gerekli. Görüyorsunuz siz de ABD nasıl bir kadroyla geliyor. Oyuncular sezon dışı gibi takılmak istiyorlar sahada. Bu yüzden sonuç da kötü oluyor. Ama arkadan kararlı, bir bütün halinde bir takım geliyor ve götürüyor bu işi. Bizim oyuncularımız da eskiye göre çok daha olgunlar ve benim gördüğüm bir çok oyuncumuz büyük bir istekle bu takımda yer almak istiyorlar.
Bir önceki turnuvada Mehmet Okur, Tanyevic'in taktiksel oyununu beğenmediği ve bu tatktiğin kendine göre yapılmadığı için milli takıma katılmadığı şeklinde söylentiler çıkmıştı. Bu sene milli takıma katılacağını açıkladı. Bu sebepten takımda taktiksel bir değişiklik olacak mı?
İnsanlar çok tartıştılar bunu ama Mehmet Okur da öyle bir istekle gelmedi zaten. O tarz bir oyuncu değil. Kendi oynadığı takım olan Utah'da da öyle bir sistem yok. Bazen oyuncular uzun sezonlar sonu yorgun oluyorlar. Kafa olarak da fiziksel olarak da. Bu tip konularda biz Türkiye'de milliyetçi bir gözle bakıyoruz. İnsanlar kendi düşüncelerini bu yüzden açık bir şekilde ifade edemiyorlar. Bakıyorsun Lebron James çıkıp ben milli takımda oynamak istemiyorum diyebiliyor. Şimdi bizim oyuncularımız oradaki kültür ile basketbol oynuyorlar. Bizim insanlarımızın da bu şekilde gelişen olayları günümüz şartlarına göre değerlendirmeleri lazım. Tabii ülke olarak, bulunduğumuz konum olarak bizim daha fazla ihtiyacımız var sportif başarılara. Ama profesyonellik eskisi gibi değil. Biz eskiden sezonda 24 maç oynardık, sezon biterdi Avrupa kupası maçları da yoktu. Milli takım maçları bizim için daha önemli bir yerdi. Hem transfer piyasasında yer almak için, hem kendini göstermek için önemliydi. Ama artık öyle değil. Adam NBA'de oynuyor. Çok iyi para kazanıyor. Sakatlanmak onun için çok büyük bir risk tabii. Bu işi artık profesyonel şirketleşme olarak görmek lazım. Sadece Türkiye menfaati için çalışan kaç tane şirket var? Herkes bir şekilde kendi menfaatlerini de düşünmek zorunda. Buna rağmen yine de bizim oyuncularımız çok hassas bu konuda.

Galatasaray Lisesi ile Dünya ikinciliğiniz var. O günleri bize biraz anlatabilir misiniz?
Esasında, tam olarak bilmiyorum ama, o turnuva Yunanistan, Çin, İsrail, Türkiye gibi ülkelerin sportif anlamda önem verdiği bir organizasyondu. Avrupa'nın gelişmiş ülkeleri ise kültürel oyun ve sosyalleşme amacıyla yaklaşırdı bu turnuvaya. O dönem bizim içinde olduğumuz yapı; şu anda Efes Pilsen altyapısında oynayan oyuncuların gittiği İstanbul Elit Koleji ya da Fenerbahçe altyapısı oyuncularının gittiği Doğa Koleji gibi, çocukların derslerden destek alarak geçtiği, okul içersindeki başarının değil de sportif başarının reklam olarak kullanıldığı bir yapı değildi. O takımda birlikte oynadığım Çağatay Çırpıcıoğlu, Kaan Gedik, Cenk Çimen, Cem Caniklioğlu liseden mezun olduktan sonra çok iyi okullara gittiler. Biri doktor oldu, biri diş doktoru oldu. Cem Çimen şu anda Tofaş'ın genel müdürlüğü görevinde. Biz okul başarısı ile sportif başarıyı birarada götürebilme başarısını elde ettik. O başarımızın sebeplerinden biri, biz yatılı okuyorduk. Günde 8-10 saat zaten okulun içerisindesin. Biz de sürekli boş zamanlarda tek pota maçlar yapardık. Akşamları antremanımızı birlikte yapardık. O birliktelik ile böyle bir başarı geldi. Finalde Amerika takımına kaybettik. 10-12 sayılık bir farkla kaybettik. Biz tabii o zaman ilk defa Türkiye sınırları dışında bir turnuvada mücadele ediyorduk. Karşı takımda da bir çok atletik Afro-Amerikan oyuncu vardı. Maçın başında şoka girmiştik. 25-30 sayı geri düştük maçta. Ondan sonra Koray Abi (Koray Mincinozlu), bizim antrenörümüzdü, bize alan savunması yaptırdı. Girdik boyalı alan içine. Farkı kapattık 8-9 sayıya kadar indirdik. O atletizme dayalı oyuna alan savunması ters geliyordu. Ama geç kaldık tabii. Bu başarı hem bizim spor yaşamımızda, hem de okulumuz adına güzel bir başarı oldu.
Atletizmden konuşurken, sizin için 100 cm sıçrayabildiğiniz söyleniyor...
Öyle şehir efsaneleri var. Ben o kadar iyi sıçrayabilen bir oyuncu değildim. Harun (Harun Erdenay) iyi sıçar ama. Ülkerspor'dayken eski bir kondisyonerimiz vardı. Onun rakamlarından bakardık. O dönem Harun en iyi sıçrayan oyuncularımızdandı. Bizim dönemimizde teknik çok ön plandaydı. Güç o kadar işin içinde olmadığı için o yöne doğru geliştirdik kendimizi. Mesela şimdi oyuncular haftada 3 gün halter idmanı yapıyorlar, 1 gün kondisyon idmanı yapıyorlar. Çok tempolu antremanlar oluyor. Beslenme çok ön planda. Bizim zamanımızda bu kadar beslenmenin önemi yoktu. O zamanlar biz memur ailesi çocuğuyduk. Şimdiki gibi bu kadar kolay et ürünleri evlere giremezdi. Şimdi protein tozları, vitaminler havada uçuşuyor...

Liseden sonra Eczacıbaşı ile şampiyonluklarınız var Mehmet Baturalp liderliğinde. Baturabi ile çalışmak nasıl bir duygu? Tabi biz Baturabi'nin koçluğunu göremedik.
Baturabi bir kere çok iyi bir oyun kurucuydu. Ben de Baturabi'nin oynadığı dönemleri hatırlamıyorum ama, Baturabi kendi oyun kuruculuk zekasını ve mentalitesini kendi oyuncusuna verebilen bir koçtu. Çok iyi bir pasördü, topu çok iyi dağıtırdı. Çalışkan,cesur ve azimliydi. Kazanma arzusu çok yüksekti. Bunları bana en iyi aşılayan insanlardan biridir. O dönemin en kaliteli antrenörlerinden biriydi. Gençlerin arkasından itekleyen bir insandı. Sezon öncesi yapılan kritiklerde düşmeye aday takımlardan biriydik. Hiç bir iddiamız yokken, küme düşmemiz beklenirken, bir anda iki yıl üstüste ligte şampiyon olduk. Ben 19 yaşındaydım o zaman. Yabancı oyuncu sayısı çok azdı. Mesela Larry Richards diye yabancı bir oyuncu geldi 2000 Dolar'a. 24000 Dolar para alacaktı. Çok büyük bir belirsizlikle geldi. Yollanacak mı, takımda mı kalacak... Türk oyuncularımız gençti. Erman Kunter, Efe Aydan, Tamer Oyguç, Emir Turan gibi oyuncular ile ayrılma kararı alındı. Sadece gençler ile devam edildi ve başarı yakalandı. Bir daha da o tarz bir kadro ile böyle bir başarı elde edilemedi.

2003 yılında kazandığınız Fair Play ödülü var. Bu ödülü alışınızı anlatabilir misiniz?
Yani onun ödül tarzında bir şey olduğunu bilmiyordum açıkçası. 2001 sezonunda Galatasaray'ı bırakıp İTÜ'ye geçtim. 2002'de İTÜ'de başarılı bir sezon geçirdik. O yaz Avrupa Basketbol Şampiyonası'nda oynadık. Sonra birlikte basketbolu bıraktık. Levent Topsakal, benim can dostum, ortak bir iş yaptık kendisi ile. O işi yaparken her gün ofise birlikte gidip geliyoruz. Bir gün geldi "Ben İTÜ'ye antrenör oldum." dedi. "Sen herhalde kafayı yedin." dedim ben de ona. Sezona 9 mağlubiyet ile başladı İTÜ, ligin sonundalar. Bana "Pazartesi ayakkabılarını falan getir antremanlara başlıyorsun" dedi. Ben de " Sekiz aydır antreman yapmıyorum. Öldürecek misin beni?" dedim. Birşey olmaz dedi. Pazartesi organize oldum, salı günü idman yaptım. Cumartesi günü maça çıktım. Göztepe maçı. Onlar da düşme potasındalar. Ondan sonra 2 maç falan kazandık. Sonra Fenerbahçe deplasmanına gittik. Bizim düşmememiz için muhakkak kazanmamız gereken bir maç. Maç başabaş gitti. Ben yedekteydim. Girdim oyuna sonra. Maç esnasında ben oyundayken bizim Reha (Reha Öz) köşeden üçlük atışa kalktı. Ama ben de öyle bir yerde duruyorum ki, 24 saniye saati yandı, süre bitti, top daha Reha'nın elinden çıkmamıştı. Basketi verdiler. Sayı verildikten sonra Fenerbahçe kenar yönetimi ayaklandı. Saha karıştı, hakemler oyunu durdurdular. Baktım iş büyüyecek, ben de masaya gittim anlattım durumu. Basketi iptal ettiler, sayıyı sildiler. Sonra o maç uzatmaya gitti ve uzatma sonunda galip geldik. Bu hareketimle Fair Play Ödülü'ne layık görüldüm. Sonra işte ödülü almaya gittik. Orda çok farklı hikayeler gördük tabii. Yani çok acayip öyküler var orda. İşte biz orda sporun başka bir yönünü gördük. Bu tarz ödüllerle, bu tarz hareketler, bize sporun sadece kazanmak olmadığını gösteren ufak ayrıntılar aslında.

Sorularımdan sonra fotoğraf alma isteğimizi de kabul eden genç çalıştırıcı, bizi sahaya aldı ve özellikle saha ortasındaki "Banvit" yazısının fotoğrafta gözükmesi isteğini dile getirdi. Burdan da klübüne ne kadar bağlı olduğunu görüyoruz kendisinin. Şehrimiz basketboluna çok şey kattı Orhun Ene. Umarım daha uzun seneler kentimizde kalır ve takımımızla çalışmaya devam eder...
Burdan tekrar teşekkür ediyorum kendisine...
Sağdan sola doğru: Deniz Özbek (ben), Orhun Ene, Baran Şen, Berk Artıkoğlu

Ayrıca Bandırma Banvit Genel Sekreteri Turgay Çataloluk'a, bu görüşmenin ayarlanmasında çok yardımcı olan ailemizin berberi Murat Abi'ye ve Berk Artıkoğlu'na, bir gece önce müzik grubu ile bar programı olmasına rağmen yorgun argın bizi kırmayıp salona kadar arabası ile götüren Baran Şen'e, fotoğraflar için Tolga Şakar'a teşekkür ediyorum.

Bookmark and Share

8 yorum:

draggar dedi ki...

baskette banvitçiyiz

#14# dedi ki...

Elinize sağlık gençler... ellerinizden öpüyorum (baran'ın gözlerinden o küçük ya) .... her yerinizden öpmüuyorum ama :)

Trimo Vax dedi ki...

Vaaay be adamlar yapmıss : )

Adsız dedi ki...

Tebrik ediyorum çok güzel bir röportaj olmuş.Devamını bekliyorum

perfectman dedi ki...

tebrik ederim güzel çalışma olmuş.

MeZaRKaBuL dedi ki...

saolun arkadaşlar. devamı da gelecek
bizi takip etmeye devam edin :)

Adsız dedi ki...

tebrikler gerçekten güzel bi çalışma

Unknown dedi ki...

elinize sağlık. çok güzel olmuş.

Yorum Gönder